15 Nisan 2014 Salı

Dünya Ağrısı - Ayfer Tunç

Aziz Bey Hadisesi ile Türkçe öyküler arasında, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi ile ise Türkçe romanlar arasında kendine özel birer yer bulmuş Ayfer Tunç'un bence ikinci en iyi romanı Dünya Ağrısı. Kimi kitap eleştirmenleri, bloggerlar ya da edebiyatla ilgilenen köşe yazarlarına göre Dünya Ağrısı en dikkat çekici romanı sayılsa da; benim için Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi kullanılan teknik ve kurgunun çekiciliği açısından bir numaradır. Bununla beraber, Dünya Ağrısı meselesi olan, psikolojik tahlilleri güçlü, içindeki küçük öyküleri kurgu içinde iyi yerleştirilmiş, kimilerinin dediği gibi çok katmanlı, veya değişik açılardan irdelenip, farklı yorumlamalar yapılabilecek bir metin. Epey güçlü bir eser. Belli coğrafyalarda, diyelim ki ülkemiz ve benzeri yerlerin taşrasında; insanların dertleri çok benzeşir. Öncelikle belli bir standardı sürdürebilecek bir iş, aile, en az 3+1 daire daha iyisi "konak" yahut "villa",aileyi sosyal hayatta temsil ederken günlük ulaşımda kullanılacak bir araba sahibi olmak. Herkesin görüldüğü yerlerde görülüp, eş dostla bir ilişkiyi yürütmek. Sonrası, çocuklarını evlendirip onların da iş sahibi olmaları...... bir kuşak öncesinin hedeflerinin sürekli tekrar etmesiyle bu liste uzar gider. Pek az insan diğerlerinin hedeflerini yadsır, kendisi için uygun görmez, göremez. Bir tür ikiyüzlülük hissederek yaşar onların arasında. "İnsan olma" durumunun temel problemlerini kendine dert eder. Bu insanlar diğerlerinin arasında içlerinde bir ağrıyla, Ayfer Tunç'un deyimiyle "Dünya Ağrısı" ile yaşarlar. Dünya Ağrısı'ndaki başkahraman Mürşit çocukluğundan beri bu ağrıyı hisseder.Önce dedesi, sonra babası Türkiye'nin bir taşra şehrindeki iki otelden birinin sahibi olan hırslı baba-oğuldur. Her ikisi de oteli sürekli geliştirmiş, şehirdeki diğer otel ile sürekli rekabet etmiştir. Öyle ki, belediye başkanından sonra onların sözü geçer. Değerleri aile, statü, para, erkeksi güçtür(gerektiğinde şiddet). Mürşit'in aksine, dünyalarında merhamet, diğergamlık, eşitlik uzak kavramlardır. Mürşit'in " insanın karısına el kaldıramamasının iyiye işaret sayılmayacağı bir hayatı" vardır. Mürşit insanların bu yaşama inadını saçma bulur, ona göre hayat eziyettir, sıkıntıdır, dertler bütünüdür, kaderin en sevdiği şey oyundur, felek kahpedir ve kaderle kavga etmenin bir faydası yoktur. Zaman zaman da hayatı çözemediğini, anlamadığını, hayatın sadece bir fikir olduğunu düşünür. Kendisine fikren az da olsa benzeyen kızı Elvan ve çokça dedesine benzeyen oğlu Özgür'e, bir zamanlar ounla mutlu olabileceğini düşündüğü karısı Şükran'a rağmen hayatın içine giremez. Hep kenarda yaşar. Ruhsuz, hissiz, hareketsiz, otelde sonunu bekler. Belki bir şeye inanasaydı dünyaya tahammül edebilirdi, ancak bunu başaramaz, içindeki boşluğu dolduramaz,"yabancı bir madde" olur. Mürşit, babası onaylamasa da üniversitede Felsefe dalını seçer okumak için. Ancak bir yıl sonra babası yatalak olur ve annesi onu "kızkardeşleri ve kendisinin başlarında bir erkeğe gereksinim duydukları için" geri çağırır. Ancak babası hiç iyileşmez, kendisi yatağa Mürşit otele mahkum olur. Mürşit'in diğer insanlarla bağlantısı, kendisinin yönetiminde izbeleşip düşmüş ve onun hapishanesi sayabileceğimiz otelde uzun süredir kalan Madencidir. Her ikisinin de dünya ağrısı vardır. Madenci ile birbirlerine yaklaşmalarını sağlayan şey her ikisinin de geçmişteki günahlarının altında ezilmeleridir. Mürşit ilk gençliğinde bir linç olayına katılmışken, Madenci de kişisel bir hesabı sırasında şiddete karışmıştır. Her akşam birlikte rakı içme seremonileri onu hayata birazcık olsun bağlar. Kızı ve damadının evlerine misafir olarak geldiği günler hariç her gün uzun uzun konuşurlar. Roman boyunca taşra ruhu her satırda ezici varlığını gösteriyor. Ayfer Tunç’un çeşitli röportajlarda bir çeşit melankoli olarak tarif ettiği durumu (Almancada bu durum için özel bir ad varmış) ben daha çok “yabancılaşma” olarak okudum. Taşra sıkıntısı, keder, yabancılaşma sürekli fonda dururken, kadının yeri, Alevi katliamı (Maraş katliamı) ve ötekileştirilmeleri, Ermenilerin öz yurdunda sahipsiz kalmaları, doğal kaynaklara sahip küçük şehirlerin büyük kapitalist şirketler tarafından ekonomik, sosyal ve kültürel olarak nasıl ezildiği de gösteriliyor. Kimi zaman çok kibirli ve tembel bulduğum Mürşit’İ sevdim yine de. Meselesi olan, vicdanı olan her insanı sevebileceğim için. Ayfer Tunç çok yaşasın çok yazsın… Bu kadar uzun aradan sonra bu yazıyı nasıl yazabildiğime şaşırıyorum. Akşam 8 de yanımda ödev yapan büyüğümle başlayıp araya, küçüğü yıkama, her ikisine meyve ve sıcak çikolata hazırlama, çamaşır serme, yatma hazırlıkları, ıvır zıvır birkaç iş ve küçüğe kitap okumayı da sığdırarak şu satıra kadar geldim. (şükür!)Hala gözlerim açık ve şunu yayınlayıp blog sayfasında görmek için heyecanlıyım. Dünya Ağrısı Ayfer Tunç Can Yayınları,331 sayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder